ARTIK SİZİ BEN DE KURTARAMAM

Odatv.com olarak Prof. Dr. Yalçın Küçük'e başta Kürt Açılımı ve Albay Dursun Çiçek’in tutuklanıp-bırakılması olmak üzere gündemdeki konular hakkında görüşlerini sorduk.  İşte Okan İrketi tarafından yapılan ve çok ses getirecek Yalçın küçük röportajı:

Odatv'ye verdiğiniz daha önceki mülakatınızda, AKP ile ordu arasında bir mutabakat olduğunu ileri sürmüştünüz. Tayyip Erdoğan ise 9 Kasım’daki açıklamasında “Başbuğ ile güven sorunum yok” dedi. Bu açıklama sizin düşüncelerinizi teyit ediyor mu?

Şimdi, teyit ediyor mu, etmiyor mu meselesi doğrusu beni çok fazla ilgilendirmiyor. Ama ilk bakışta, Odatv’ye söylediğim görüşlerim şöyleydi: İlker Paşa Hazretleri’yle Tayyip Erdoğan arasında dört noktada mutabakat olduğunu ileri sürmüştüm. Bunlardan birincisi, PKK’nın ortadan kaldırılmasıydı. İkincisi, Fethullah Gülen’in devlet içindeki gücünün tasfiyesi. Üçüncüsü, kemalist laisizm ve cumhuriyetin temel ilkeleri. Dördüncüsü ise, Barzani devletinin kabul edilip edilmemesi konusundaki mutabakattı. Bunların iki tanesinde, PKK’nın ortadan kaldırılması ve Fethullah Gülen’in devlet içindeki kadrolarının tasfiye edilmesi konusunda Genelkurmay Başkanlığı’nın istediklerini aldığı yönünde bir görüş ortaya çıkıyordu. Onun ötesinde de, Genelkurmay Başkanı İlker Paşa Hazretleri kemalist laisizmden önemli ölçüde geri adım atmaya razı olmuş görünüyordu. İlaveten de, şimdiye kadar hem Yaşar Büyükanıt, hem İlker Başbuğ doktrinlerine göre, Türkiye’nin güvenliği açısından bir tehlike sayılan Barzani’nin başında bulunduğu Kürdo-Judaik devletin tanınması yönünde bir eğilim ortaya çıkıyordu. Ordu da artık eski görüşlerinden vazgeçiyordu. Hem Odatv’de, hem de başka televizyonlarda bunları söyledim. Olayların gelişmesi içinde de bunlar genel olarak kabul gördü. Şimdi söylediklerimin o kadar doğru olup olmadığını ve bugün nerede olduğumuzu sizinle birlikte tartışacağız.

9 Kasım, 10 Kasım, 11 Kasım itibariyle, Cumhuriyet Türkiyesi önemli bir dönemece varmış görünüyor. Bu durumu göz önüne alarak, bu mutabakatı ve Kürtler’in Habur Zaferi’ni görüşmemiz lazım. Görüşmeye başlamak için üç yeni tespitimizi dillendirmek istiyorum.

Bir: 11 Kasım 2009’u bu çerçevede, 29 Eylül 1938’deki Mühih Antlaşması’na benzetebiliriz. Genelkurmay Başkanı İlker Paşa Hazretleri’yle Tayyip Erdoğan’ın görüştükleri bir sırada Deniz Kurmay Albay, Doktor Dursun Çiçek’in İstanbul-Beşiktaş’ta tutuklanması bir Münih Antlaşması’dır. (1) Bu bir ödündür. Münih’te, biliyorsunuz, 29 Eylül 1938 tarihinde başta Büyük Britanya Başbakanı Chamberlain, İtalya Başbakanı Mussolini ve Fransa Başbakanı Daladier Çekoslovakya’nın bir parçasını Hitler’e verdiler, teslim ettiler. 11 Kasım 2009 tarihi de Türkiye’deki hukuk mücadelesinde, laik cumhuriyet mücadelesinde bir Münih ödünüdür. Bundan hiçbir kuşku duyamayız.

Böyle şeyler olmaz. Kürt açılımını konuşmak için 10 Kasım’dan başka bir gün bulamadılar. Dursun Albay’ın tutuklanması için de, İlker Paşa Hazretleri’yle Tayyip Erdoğan’ın görüştüğü günden başka bir gün bulamadılar.

 

Peki, bilim nedir? Dursun Albay bundan önce, 30 Haziran 2009 tarihinde tutuklanmıştı. O tarihte de Milli Güvenlik Kurulu toplanmıştı. Ben size tarihi böyle anlatırım. Benim kitaplarıma bakın. Umarım belleğim beni yanıltmıyordur, Tan Matbaasının tahrip edildiği gün de, o zamanki muhalefet lideri Celal Bayar ile o zamanki devlet başkanı İsmet İnönü buluştular. Bunu Türk tarihi böyle ayarlar. Tayyip Bey’in, Abdullah Gül Bey’in bilgisi, kültürü, birikimleri buna imkan vermez ama bu olur.

Bir Münih ödünü varsa, akıllara şu soru ister istemez gelir: Yoksa Genelkurmay Başkanı’mız İlker Paşa’yı, AKP ve Tayyip Erdoğan, ordu içinde kemalist-sol kemalist subayları tasfiye ile mi görevlendiriyor.

İki. Üzerine konuşmamız gereken çok önemli bir noktadayız. 11 Kasım tarihli gazetelerde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal’ın bir açıklaması var. Demek ki, açıklama 10 Kasım’da yapılmış. Baykal şöyle diyor: “İlk kez cumhuriyete karşı bir tertibin iktidar tarafından planlanarak yürülüğe konulduğuna şahit oluyoruz.” Bu, çok çok çok ağır bir tespittir. Bu, bir yandan, Anayasa Mahkemesi’nin bugünkü hükümetin cumhuriyete karşı tertiplerin odağı olduğu yollu hükmünün devamıdır. İkincisi -sizin kuşaklar, Odatv’nin izleyicisi olan kuşak bilmeyebilir- bu, İsmet Paşa Hazretleri’nin 1960 öncesinde, o zaman ki hükümet başkanı Adnan Menderes’e söylediği, “artık sizi ben de kurtaramam” sözünü hatırlatmaktadır. Bu, sonun başlangıcıdır.

27 Mayıs öncesi Demokrat Parti ile karşılaştırdığımızda, AKP açısından tarihin bu kadar hızlandığı söylenebilir mi?

Üçüncü tespit edeceğim nokta da, bu sorunuzla yakından ilgilidir. Üçüncü tespitimiz şudur: Acaba o kadar yakın mı?

Siyasi tarihte neye bakarız? 1960’dan önce ne vardı? Bir: O zamanki başbakan Adnan Menderes, Saidi Nursi’yi övmeden, kendi dışındaymış gibi harekete geçirdi. Bununla birlikte, Cumhuriyet Saidi Nursi’yi, kendisinin reddi olarak görmektedir. Doğru ve yanlış ama Cumhuriyet’in algılaması böyledir. Saidi Nursi varsa Cumhuriyet yoktur, Cumhuriyet varsa Saidi Nursi yoktur. Birinci nokta budur. Çok yakın bir zamanda Tayyip Erdoğan, Saidi Nursi’yi tarihin uluları arasında saydı. İsmet Paşa Hazretleri böyle durumlarda, “seni ben de kurtaramam” der.

İki: Şeyh Sait ile Cumhuriyet’in kuruluşu yan yana getirilemez. Bu görüş doğru mudur yoksa yanlış mı? Bunu bir tarafa bırakıyoruz. Biz Cumhuriyet’in algılayışı, politika, kabul gören gerçeklik üzerine konuşuyoruz. Adnan Menderes Şeyh Sait’in torunu olduğunu iddia eden 22 yaşındaki bir çocuğu, Abdülmelik Fırat’ı milletvekili yaptığı zaman; ben, öğrenci gençlik içerisinde önde gelen kişilerden biri olarak, bunun cumhuriyetle bağdaşmadığını düşündüm. Öğrenciler de bunu böyle düşündüler. Cumhuriyet ile ne bağdaşmıyor: Kürdisite... Şimdi Tayyip Erdoğan bunu da yapıyor. Demek ki, İsmet Paşa Hazretleri’nin iktidarda Cumhuriyet’e karşı bir tertip görmesinde bu vardı. Deniz Baykal da, Cumhuriyet’e karşı tertiplerin çok olduğunu ama bunun tarihte ilk defa, iktidarda olanlarca yapıldığını söylüyor. Bunun büyük bir tehlike olduğunu kabul ediyor. Türkiye’de Kürdisizm akımları olmuştur. Ama, ilk defa iktidardaki insanlar tarafından bütün imkanlar kullanılarak propagandası yapılmaya başlamıştır.

Üç: Adnan Bey’in düşüşünden önceki en önemli nokta şudur: Adnan Bey’in 1960 Nisan’ında Moskova’ya gideceğini açıklamasıdır. İsmet Paşa bunu duyduğu zaman, damadı Metin Toker’e, “Fatin ile Adnan çok tehlikeli bir yola giriyorlar” demiş. Ve Paşa doğru çıktı. Peki, şimdi Tayyip Bey Moskova’ya mı gidiyor? Şu anda, Amerika ve İsrail için Moskova, Tahran’dır. Dolayısıyla çok önemli bir yerdeyiz. Bu üç tespiti yapıyoruz. Meseleyi bu şekilde anlayabiliriz.

Saygı Öztürk’e Dursun Albay’ın verdiği bir mülakat var. O mülakatta Dursun Albay, “ilahlar kurban istiyor” diyor. Türkiye böyle büyük bir bunalımın eşiğine geldiğinde, benim üniversite arkadaşım Deniz Baykal’ın da aklının açıldığı görülüyor. Dursun Albay tutuklandıktan sonra Deniz Baykal, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde de ilahlar olabilir” dedi. Ben henüz bu noktada değilim. Ama ben, bu aralar Deniz Baykal’a yol açıyorum. Deniz Baykal’ın bunu görmüş olması önemlidir.

AKP, İlker Paşa Hazretleri’ni ordu içinde tasfiyeler yapmakla mı görevlendirdi? İlker Paşa Hazretleri’nin, kendisinin kağıt parçası dediği bir belge yüzünden, pek değerli bir subayının nahak yere tutuklanmasına razı olması, böyle bir şüphenin oluşmasına neden olmaktadır. İlker Paşa’nın kendi adına televizyonlara çıkarttığı insanların, Hıfzı Paşa’nın, mütareke Harbiyesi’ndeki bir paşanın bile zor söyleyebileceği bir şekilde, “onlar istiyor, biz veriyoruz; biz istiyoruz, onlar vermiyor” şeklinde bir açıklama yapmasına imkan vermesi çok üzücüdür, çok düşündürücüdür. Berat adlı bir çocuğun AKP ile planlı olarak yapıldığından hiçbir kuşkumuz olmayan “İlker Paşa’yı neden görevden almıyorsun” açıklaması üzerine; Tayyip Bey’in tekkelerde, dergahlarda, mevlevihanelerde olabilecek bir oyunla, “üzerimde çok baskı var, İlker Paşa’yı görevden almamı istiyorlar ama almıyorum” demesi ve bunun ardından Dursun Albay’ın Beşiktaş’ta tutuklanması, insanın aklına “Genelkurmay Başkanı kendi makamı için Tayyip Bey’e Dursun Albay’ın kellesini mi verdi” sorusunu getirmektedir. Ben buna katılmam. Ama katılmadığım görüntülerin ortaya çıkmasını önlemek de Genelkurmay Başkanlığı’na düşerdi. 

Genelkurmay Başkanı’nın, başı ağrırdı o gün gitmezdi. Zaten Çarşamba günü görüş yok. Bunları ben biliyorum, İmam Hatip mezunları biliyor da, kurmay subaylar mı bilmiyor? Bundan önce de, İlker Paşa ile Tayyip Erdoğan’ın buluştukları saatte, Karay Ahmet Davudoğlu’nun Barzani’nin ayağına gideceği ilan edildi. Nerede sizin kırmızı çizgileriniz? Nerde Yaşar Paşa, nerede İlker Paşa? Bunu öğrenin, bunu bütün Odatv izleyicileri öğrensin. Davudoğlu’nun Barzani’nin ayağına gideceği, İlker Paşa ile Tayyip Bey buluştukları sırada ilan edildi. Dursun Albay’ın tutuklandığı gün Milli Güvenlik Kurulu toplanmıştı. O toplantıdan sonra Abdullah Gül Bey türban yasasını imzaladı. O toplantıdan sonra Talabani’yi Türkiye’ye davet ettiler veya “gideceğiz” dediler. Bunları İmam Hatipliler biliyor, kurmay akademisinden mezun olanlar ise bilmiyorlar. Peki, Yalçın Küçük’ün yıllardır ne dediğini biliyor musunuz? Ben her zaman “kurmay sınıfı sınıfta kaldı” derim. Bu, sınıfta kalmadır. İlker Paşa Hazretleri’ne saygımız, sevgimiz büyüktür. Ama 10 Kasım’da Mustafa Kemal Paşa için vermiş olduğu demeçle sınıfta kalmıştır. Vermese daha iyi olurdu. “Ne oldu İlker Paşa, laisizm sözcüğünü ağzınıza alamıyorsunuz” diye düşünür sizi dinleyenler.

Peki Hocam, 21 Aralık 1957’de, hatırlayacağınız üzere 9 Subay Olayı ortaya çıkmıştı. 9 Subay Olayı’nda ihbar eden subay, Samet Kuşcu, tutuklanmıştı. Ordunun üst kademesindeki bazı generaller her ne kadar 9 Subay Olayı’nın hemen üzerine gidilmesini istese dahi; ordu, kendi içindeki Demokrat Parti karşıtı subayları teslim etmekte güçlük çıkarmış, onları korumuştu. Dursun Çiçek vakasında da askeri savcılık hemen ihbarcının bulunması için soruşturma başlattı. Bununla birlikte Dursun Çiçek yine de tutuklandı. Bu iki olayı karşılaştırdığımızda siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir defa ‘ordu kendi içindeki subayları korudu’ ifadesini düzeltmemiz lazım. Şunu çok iyi bilelim: Ordu içinde her zaman bu tür konuşmalar olur. Hele 1957’de bu tür konuşmalar mutlaka olmuştur. Peki, televizyonlara çıktığımda ben ne diyorum, “bugün Genelkurmay Başkanı İlker Paşa Hazretleri’nin Türk Ordusunu bu hale düşürmesi üzücüdür ama o kadar da önemli değildir.” Biz, 1956 yılında burjuva demokratik devrim yoluna çıktığımızda, arkamızda ordu yoktu. Ama 1957 yılına geldiğimizde, Adnan Menderes bugünkü iktidar kadar büyük bir vesvese içine düşmüştü. Bugünkü iktidar da vesvese içindedir. İlker Paşa Hazretleri’ne şunu söylemek durumundayım. İlker Paşa, Dursun Albay’ın kellesini verirken şu hesabı yapmalıydı: Bir kez kelle verirseniz, karşı taraf sizden hergün kelle ister. Kelle istemenin sonu yoktur. Bunu söylediğimde yeni bir şey mi söylüyorum? Hayır, ikide bir ağlayan, gözü yaşlı Bülent Arınç zaten daa önce söyledi. Demek ki, “İlker Paşa Hazretleri’ni tasfiye görevlisi telakki ediyorlar” dediğim zaman; ben, Arınç gibilerin açıklamalarına, yazılarına bakıyorum. Gözü yaşlı Bülent Arınç’ın “ordu kendi içindeki tipsizleri tasfiye etsin” açıklaması ile, kendi sözünde hiçbir zaman durmayan Tayyip Erdoğan’ın “ordu ile olumlu sürece girdik” açıklamasını birleştirdiğimizde, bunun bir tasfiye işareti olduğunu düşünürüm. Hiçkimsenin Türk Ordusunu böyle bir duruma düşürmeye hakkı yoktur.

Ayrıca her orduda Beşiktaş’ta dava konusu yapılan türde konuşmalar olur. Ne arıyorsunuz? Hadi gücünüz yetiyor mu? Silivri iddianamelerini, klasörlerini okuyor musunuz? Klasörlerde görülüyor, birkaç kişi hariç bütün paşalar AKP’ye karşı. Bir: Bütün paşalar “AKP’yle olmaz, AKP cumhuriyete karşıdır” diyorlar. Bunu söylemeyen yok! Bunda da hiçbir suç yok. İki: “Fethullah Gülen’e karşı çıkıyorlarmış” diyorsunuz. İlker Paşa, Nisan 2009’daki iki açıklamasında da bunu söylemedi mi? Ne diyorsunuz? O zaman tertip çok açık ortaya çıkıyor. İddianameler açık. Birkaç kişi hariç -Hilmi Özkök ve taraftarları- Türkiye’de yüksek komutanların hepsi AKP’den kurtulmayı istiyorlar. İsterler; gönüllerine ne karışırsın? Bu iş, eylemli bir cunta haline geliyor mu, gelmiyor mu, ona bakarsın.

AKP’den kurtulmak isterler. Bunları televizyonlarda da gösteriyorum. İlahiyat Fakültesi hocası Yaşar Nuri Öztürk, “Türkiye Allahına kadar din devleti oldu” diyor. Yalan mı? İlker Paşa Hazretleri yalan mı bu? Bir takım magazin kızları televiyonlarda “zenginlik Allah’tan mı, kuldan mı gelir,” demiyor mu? Bunları soranlar hesap verecek, Saba Tümer de hesap verecek. “Taadüdü zevcat iyi midir, kötü müdür,” diyen adamları televizyonlara çıkartıyorlar. Benim çocukluğumda bunları söyleyen adamları tımarhaneye kapatırlardı. Şimdi televizyonlara çıkartıyorsunuz. O akşamları barlarda sürünen kızlar bunlarla beraber. Böyle bir durumda Türk Ordusundan bir generalin, bir paşanın “bunlardan nasıl kurtuluruz,” demesinden daha normal bir şey yoktur. Gönülleri o yöndeymiş; sohbet etmişler. Çok da acemiler; ama söylediklerinin hiçbirinde suç yok. Balbay’ın günlüklerinde, notlarında ne var? Hiçbir suç göremedim ben. Ortada bir eylemlilik yok. Konuşmuşlar sadece.

1960 dönemine geliyoruz. O dönemi biliriz. İhbarcı Binbaşı Samet Kuşçu bir takım subayları tutuklatmış, sonra söylediklerinin laftan ibaret olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine, tutuklanan albaylar salıverilmiş ve askeri kariyerlerine devam etmişlerdir. Tutuklananlardan Cemal Yıldırım sonrasında senatör olmuştur. Kariyerleri bitmemiş, görevlerine devam etmişlerdir. Dursun Albay da görevine devam eder. Mesele ordunun kendi içindeki subaylarını koruması değildir; çünkü ortada zaten bir şey yok! Bu bir tertiptir. AKP şunu biliyor: Bütün paşalar birbirleriyle AKP’den nasıl kurtulacakları üzerine konuşmuşlar. Paşalar, “ne yapalım, bir muhtıra mı verelim,” demişler. Konuşmaların hiçbirinde “birlikleri harekete geçirelim” düşüncesi yok. Birlikleri harekete geçirelim denmemişse, birlikler harekete geçirilmemişse, ihtilal teşebbüsü yoktur. Teşebbüs bile yoktur.

Ama AKP tarafında büyük bir evham var. Ordu bizi tasfiye edecek evhamı var. Onun için, “bu bulaştı, bu da bulaştı,” diyorlar. Dursun Çiçek, “benim bu belgeyle ilgim yok,” diyor. Ben de bunu çıktığım yerlerde söylüyorum. Devletin hiçbir kurumunda öyle yazı yazılmaz. Belgeyi oturmuşlar, uydurmuşlar.

Ben o sıralarda televizyonlarda söylemiştim. “Yanlış yapıyorsunuz, bu iş askeri mahkemede görülmelidir” demiştim. Hala da öyle derim. Ama Tuğgeneral Hızfı Paşa diyor ki, “biz veriyoruz, onlar vermiyor.” Bunlar artık mahallede konuşulacak türde sözlerdir. Neyi veriyorsun? Bir orduda, “Genelkurmay’da bir yazı yazılmış” deniyorsa, böyle bir iddia varsa; o iddia Genelkurmay Mahkemesi’nde görüşülür. Sen bunu orada görüşmüyorsan, kaybetmişsin, demektir. Siz gitmişsiniz! “Onlar istiyor, biz veriyok; biz istiyok, onlar vermiyor” diyorsunuz. Orduda böyle laflar olmaz. Yarabbi! Nasıl paşa oldunuz siz? Bari, siz istekte bulunduğunuz halde onların vermediğini söylemeyin. Bu, erkekliğe sığmaz. Türk ordusuna sığmaz. İlle bir açıklama yapacaksanız, “bekliyoruz,” dersiniz! Ama siz değerli bir subayınızı ortada hiçbir belge olmadan hapse gönderiyorsunuz. Sizler nasıl kurmay subay oldunuz, nasıl tuğgeneral oldunuz?

Devam edelim. Şu anda Türk Ordusunun içine düştüğü durum, bundan elli yıl öncesine göre çok daha vahimdir. Türk ordusundan kahraman subaylar, kurmay albaylar, içlerinden ihbarcı bir Samet Kuşçu çıkmadan tutuklanıyorlar. Ortada bir ihbarcı olduğu bile belli değil. Kanunsuz bir düzene doğru gidiyoruz.

1990’lı yıllardaki en önemli tartışma başlıklarından bir tanesi başkanlık sistemiydi. Anayasanın değişeceği söyleniyordu. Hiçbir şey değişmedi ama başkanlık sistemi veya aşiret rejimi bir biçimde kabul edildi. Ahmedinejat bugün Türkiye’dekinden daha çok kurallara ve hukuka bağlıdır. Fuhuş olmuş, Tayyip Bey’e bildiriyorlar; her şeyi ona bildiriyorlar. Ve bir Tayyip Bey çıkıyor, “yetkililer adli tıbbın raporunu kabul etsin,” diyor. Sen kimsin Tayyip Bey, kimsin sen? Savcı mısın, hakim misin, başbakan mısın, hukuk profesörü müsün, gazeteci misin, nesin? Hangi ülkede başbakanlık makamındaki bir kimse, herhangi bir başka kurumun adli tıp raporunu kabul etmesini buyurabilir. Peki, Hüseyin Üzmez vakasında ne yaptı o adli tıp kurumu? Öbür vakalarda ne yaptı? Hukukta kaç kez bilirkişi raporuna itiraz edilir bilir misiniz? Rapora itiraz edersin, “gönder bunu ben de göreyim” dersin. O Hakim Hıfzı Paşa evvela bunlara baksın. Hangi ülkedesiniz? Tayyip Bey kimdir? Tayyip Erdoğan ne hakla TBMM Başkanı’nın odasını basabilir? Türkiye artık budur.

Kanunsuz ceza, kanunsuz af olmaz. Türkiye’de hiçkimse, dağlardaki eli silahlı insanların -ister Türk, ister Kürt olsun- o işi bırakmalarını istemezlik etmez. Herkes ister. Ama kanun olmalıdır. Ve bu olmadığı halde İlker Paşa Hazretleri, siz diyeceksiniz ki, “geldiler savcılıktan bırakıldılar.” Bu kanunsuzluğun yolunu Türk Genelkurmay Başkanı açtı. Böyle olmaz İlker Paşa Hazretleri. Bir erteleme yasası çıkartırsınız, “onbeş yıla kadar olan cezalar üç yıl içerisinde bir daha işlenmemek kaydıyla ertelenmiştir,” dersiniz. Bu durumda dağdakiler savcılığa gitmeden de gelirler. Biz beştaş oynamıyoruz. Kurmay sınıfı sınıfta kaldı. Dağdan öyle azar azar gelmekle PKK bitmez. PKK’nın da bitmek gibi bir niyeti yok zaten. Bu yaptığınız ile ancak, Kandil Dağı’nda çok çalışmış, yorulmuş, artık Diyarbakır’a gelmek, DTP’de politika yapmak isteyenleri Türkiye’ye getirebilirsiniz. Yaptığınız budur. İlker Paşa Hazretleri bu yolu açtınız. Ama ben her çıktığım taşın üstünde söyleyeceğim. Biz orducu sosyalistiz. Bu ülkede hukuk olmalıdır. Erteleme yasası çıkaracaksınız ve “verilecek cezalar ertelenmiştir,” diyeceksiniz. Bu olmazsa, olmaz. Evvela bunu yapacaksınız. Türkiye’de Genelkurmay Başkanları’nın kanunsuzluk kapılarını açmaya, İmam Hatipliler’e yol göstermeye mezuniyetleri yoktur.

İkincisi Türkiye’de hiçbir kamu görevlisinin iftar yemekleri düzenlemek yetkisi yoktur. Bunu yaptığınız zaman kanunlar önünde suç işlemiş olursunuz. Evinizde dilediğiniz iftar yemeğini yapabilirsiniz, istediğinizle yemek yiyebilirsiniz. Ona herkes saygılıdır. Bunun için oruç tutmanıza da gerek yoktur.

Şu anda bir cumhuriyet savaşı içindeyiz. Biz hiçbir zaman akılcılıktan vazgeçmeyiz. Biz orducu sosyalistiz. Bunları çok açık olarak söylüyorum. Her şey dinlenmiş, bütün telefonlar, bütün konuşmalar dinlenmiş... Ve bütün bu dinlemelere bakıyorsunuz. Hep “ben bu işlere karışmam,” diyenler Genelkurmay Başkanı olmuşlar. Cumhuriyet gidiyor diyenler ise, kenarda kalmışlar. Kemalist bir paşa, Şener Eruygur, ya da sol kemalist bir paşa, Tuncer Kılıç, Kara Kuvvetleri’nin başına hiç gelememiş. Buna mukabil, yakın zamana bakacak olursak, Doğan Güreş, İsmail Hakkı Karadayı, Kıvrıkoğlu, arkasından Yaşar Paşa, en son olarak da İlker Paşa gelmişler. Hepsi iyi paşalar. Bir de Hilmi Paşa var. Ama o ayrıdır. Bu orduda Hilmi Paşa türü ise azdır. İlker Paşa da çok değerli bir paşadır. Peki, ne dedi Dursun Albay: “İlahlar kurban istiyorlar.” Ne dedi Deniz Baykal: “Kurban isteyen ilahlar Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de galiba varlar.” Ben, İlker Paşa’yı böyle görmüyorum. Ama İlker Paşa herhalde, “bu Tayyip Bey sözünde durmayan bir adam, sağlığı yerinde olmayan bir adam, tutturmuş bir şey, şuna bir kurban vereyim de bundan sonra bir şey istemesin” hesabı yapmış olabilir. Vecdi Gönül de, Tayyip Erdoğan da, “verin, verin, verin bize Durmuş Albay’ın kellesini verin” diye tutturmuşlar. İlker Paşa da, madem “bir kelle istiyorsun, al” demiş olabilir. Nihayetinde paşalarımız paşa oluyorlar belki ama, neticede bürokrasinin içinden yetişiyorlar. Hiçbir tecrübeleri yok! İlker Paşa bunu iyi niyetle yapmış olabilir. Ama tecrübesizdir. Askerlikte bunun başka bir izahı yoktur! Ayrıca, koyarsın Dursun Albay’ı karargaha, “gel, al” dersin. “Gel, al, buyrun” dersin. Dursun Albay’a bu yapılanlar kabul edilemez; asker sözüne yakışmaz bunlar. Vahim olan budur. Ama söylediğimiz gibi, bunları büyük bir tecrübesizlikle izah edebiliyoruz.

İlker Başbuğ bunları yaparak İstanbul-Beşiktaş’tan çıkan, Türk ordusuna yönelik husumeti durduracağını hesaplamış olabilir. Peki, bu hesap doğru mudur? Biz bilim adamıyız. Söylediklerimizin ampirik bir temeli var. Bir müddettir Poyrazköy unutulmuştu, şimdi hücuma geçtiler. Demek ki, İlker Paşa’nın hesabı yanlış bir hesaptır. Yüksek komutanlığa arz ederim, çok yanlış yapıyorsunuz. Yanlış hesap Bağdat’tan dönmelidir. Bu ödün yolu, yol değildir. Suçlamaların hiçbir hukuki temeli de yoktur. O halde, Dursun Albay Münih ödünü kurbanıdır.

Ayrıca ben yıllardır söylerim, niye İstanbul Komutanı Kara Kuvvetleri Komutanı olur? Niye olur? Bir tek nedeni vardır: Soğuk Savaş nedeniyledir. Bunları öğreneceksiniz, ben her şeyi öğrendim. Çünkü Soğuk Savaş’ta SSCB’nin Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye gireceği düşünülüyordu. Bu yüzden en eğitimli askerler Trakya’da, İstanbul’da tutulurdu. “Düşman” oradan gelecekti. Şimdi orada değil. Oturuyorsunuz İstanbul’da, o kokteyl senin, bu kokteyl benim geziyorsunuz. Başka ne yapıyorsunuz İstanbul’da? Ne yapıyorsunuz? Bana orduyu mu öğreteceksiniz? Kitaplarımda var, Koçzadelerden Ali ile Sabancılar’dan Ali, siz madalya alırken gülüşüyorlardı. Zenginlerin çocuklarının önünde madalya alıp vermekten başka İstanbul’da ne oluyor? İyi kötü savaş tecrübesi olan bir İkinci ordu var, üçüncü ordu var. Kara Kuvvetleri Komutanı niye buralardan değil de, İstanbul’dan çıkar.

Bunları içimiz yanarak anlatıyoruz. Fethullah Gülen ile mücadele de böyle olmaz. Bir televizyonda da söyledim. Ordu Tv’yi kuracaksın. Evvela bütün subaylarına tarikatları anlatacaksın. Bunları yapacaksın. Ondan sonra tarikatçıları Harp Akademilerinde hoca olarak kullanmayacaksın. Dolayısıyla kendi hocalarını yetiştireceksin. Harp Akademilerini bir fakülte, üniversite haline getireceksin, buralarda kendi kadrolarını yetiştireceksin. Bu kadroları yetiştirmediğiniz takdirde bu işi yapamazsınız.

Oda Tv’de de çok iyi tespit edildiği gibi, artık ordu mensuplarının, Genelkurmay Başkanı’nın konuşmalarında laisizm sözü geçmiyor. Barzani devletinin kabul edilmiş olması ise net bir durumdur. Bu, çok vahim bir noktadır. Ama Yaşar Paşa Hazretleri’nin, İlker Paşa Hazretleri’nin, kurulan Barzani devletinin Türkiye’nin güvenliği için büyük bir tehdit arzettiğine dair tespitleri vardır. Bundan geri dönemezler. Benim de tespitlerim vardır. Ben de bunları çok açık olarak söyledim. Musul’u almazsanız, Diyarbakır’ı verirsiniz, dedim. Bugün Diyarbakır’ı veriyorsunuz. Bütün yaptığınız budur. Başka hiçbir şey değil. Diyarbakır’ı Musul’un üzerine veriyorsunuz.

Daha Obama’nın da istekleri var. Bu da Barzani’nin savunulmasıdır. Bunu evvela PKK’ya teklif ettiler. PKK çok yüksek fiyat istedi. PKK, “ben oradaki adamlarımı bu işe memur edersem, burada yeni adam isterim” dedi. “Bunu karşılıklı oturup  görüşmem lazım” dedi. Bu, yüksek fiyat istemek, demektir. Bunun üzerine şu anda Diyarbakır’ı Musul üzerine veriyorlar. Obama’da bunu istiyor. Osmanlılık da budur. Türkiye’yi bir şekilde ortadan kaldırmayı düşünüyorlar. Sınırlar olmayacak; gidecekler, gelecekler…

 

Öbür tarafta ne var? Şu var: Hatırlayacaksınız, Odatv’ye verdiğim bu mülakattan önce, Madam Cilinton ve arkasından Obama gelince, yepyeni bir Ortadoğu dizayn ediyorlar, demiştim. Bunu da uzak Kanada olarak açıklamıştım. Aynısıdır, sınılar olmayacak. Nitekim bunu yaptılar.

AKP çok zayıf. Gidiyor. Hüsamettin Cindoruk, seçim sandığına yansıması ne olursa olsun, çok önemli bir iş yaptı. Vidalar oynar. MHP kendisi için çok kazançlı bir yol buldu. CHP, Türkiye’nin en önemli meselelerinden bir olan Kürt meselesinde rahatladı. Eski doğru olmayan çizgilerinden vazgeçti, daha çözüme yakın bir noktaya geldi. 29 Mart seçimleri sonrasında, Obama’nın aklına uyan Tayyip Bey büyük açmazlar içine girdi. Her açılımı bir kapanımdır. Ermenilerle hiçbir şeyi açamayacaktır. Havadaki on kuş için, eldeki iki kuşu da kaybediyor. Hem Azarbeycan’ı, hem İsrail’i kaybediyor. Şu anda AKP hiçbir yeni komşuluk elde etmemiştir ama iki komşusunu da kaybetmiştir. Biz, İsrail’i kaybetti diye üzülmüyoruz. Ama 1960’daki askeri darbede İsrail etkisini çok ciddiye almamız lazım. Bakın, ne dedim ben? İsrail Türkiye’de İsrail’de olduğundan güçlüdür, dedim. Ertuğrul Özkök, Beşir Esad’a gitti, ne dedi? Beşir Esad ona, “İsrail’e kötü davranmayın,” demiş… Hani meşhur bir hikaye vardır, adama ne sorarlarsa sorsunlar hep aynı, ama hep aynı cevabı verir. Bunun üzerine, “yahu her şey ondan mı ibaret,” derler. Adam bu sefer de, “aklımdan hiç çıkmıyor ki,” cevabını verir. Hürriyet Gazetesi’nin aklından İsrail hiç çıkmaz. Aklında hep İsrail vardır. İsrail’in kuruluşu ile Hürriyet’in kuruluşu arasında iki, üç hafta vardır. Hürriyet, bu ülkede İsrail’i yaşatmak için kurulmuş bir gazetedir. Şimdi de bunu yapıyor. Şu anda da tek bir itirazları var: “AKP sonsuz iyidir ama bir de İsrail’e iyi davransa. Bu nereden çıktı,” diyorlar. Başka dertleri yok! Eski TKP’nin kafasında nasıl Moskova varsa, bunların kafasında da Telaviv vardır. Böyle giderlerse düşerler, gazetecilik de yapmıyorlar.

Peki, niye yapıyorlar, sadece Obama için mi? Ben bir televizyonda söyledim, Milliyet’ten Mehmet Tezkan da yazdı. Tayyip Bey’in bütün bu açılımlardaki, saçılımlardaki maksadı cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtler’i yanına almaktır. Çok zayıf, Obama ne isterse onu yapacak. Tayyip Erdoğan -ben henüz izin vermedim, çünkü üniversite diplomasını görmedim- cumhurbaşkanı olmak istiyor. Bizim bir vesileyle yakınımız olan Profesör Ergun Özbudun’un AKP için hazırladığı Anayasa Taslağı’nda, cumhurbaşkanlığı için üniversite diploması bir gereklilik olmaktan çıkarılıyor. AKP cumhurbaşkalığıyla ilgili eski düzenlemeyi kaldırmak istiyor. Bunu yapabilirlerse, Tayyip Bey’in cumhurbaşkanlığının önünü açacaklar. Bütün bu açılımların arkasında cumhurbaşkanlığı meselesi vardır. Mehmet Tezkan’ın da çok yerinde bir şekilde yazdığı gibi, Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasında, kendi partilerinin cumhurbaşkanlığı kavgası başlamıştır. Abdullah Gül’ün tarafında Aydın Doğan, Fethullah Gülen ve İsrail vardır. Tayyip Bey’in tarafında da şimdi Kürtler vardır. Benim Aforizmalar’da yazdığım nokta budur.

 

Pirüs Zaferi’yle bitirelim (2). Habur Zaferi, Kürtler için Pirüs Zaferi’dir. Habur’un Türkiye’deki etkisi İzmir’in işgaline benzeyebilir. O kadar olmaz. Çünkü İzmir’in işgalinin çok özel nedenleri vardır. Ama PKK ve Kürtler de Habur’da bir zafer kazandılar. Devleti felç ettiler, paralize ettiler. Bu tür zaferlere tarihte, Münih’e benzer bir biçimde çok yaygın olarak kullanılır, Pirüs Zaferi deriz. Pirüs, Epir kralıdır. Roma yükselirken Roma’yı yerle bir etmek istemişti. Uzatmayayım, gitti, Roma’yla savaştı; çok büyük zaferler elde etti. Ama bu zaferlerin içinde öylesine yoruldu ki, kendisi düştü. Habur Zaferi’yle Kürtler artık ne olduğunu bilmediğimiz hedeflerinden öylesine uzaklaştılar ki... Bir defa, demokratik cumhuriyet fikrinin artık hiçbir inandırıcılığı kalmadı. Biz yıllardır Kürt gericiliği ile Türk gericiliğini birleştirmemek için çalışıyoruz, şimdi birleştiler. Kürtler şeriatçıların, tarikatçıların, AKP’cilerin arkasına takıldılar. Bu, onlar için bir yol değildir. Türkiye İşçi Partisi’nin, solun içinden çıktılar. Marx, Engels, Lenin, Stalin, Apo diyorlardı: “Melsa.” Şimdi solla hiçbir ilgileri yoktur, kendi sollarıyla da bir ilgileri kalmamıştır. Onun için herkesten çok daha fazla kaybettiler. Mhp’yi güçlendiriyorlar. CHP’yi güçlendiriyorlar. Bunlara kötü gözle bakmıyorum. Ama kendi çözümlerini kaybettiler. Artık DTP’ye ciddiyetle bakan bir tek solcu, bir tek cumhuriyetçi bulamazsınız. Onların şu anda iki tane taraftarı vardır. Biri Akın Birdal’dır, diğeri de Ufuk Uras’tır. Bir de Baskin Oran’ı yanlarına alabilirler. Başka kimseleri yoktur. Hiçbir şey kazanmadılar. Buna Pirüs Zaferi deriz. Bir şey elde ederken kendini bitirmedir. Kürt hareketi kendini bitirdi. Yeniden doğacaktır ve başka bir şekilde olacaktır. Bugün Silivri’de, mahkemenin önünde gösteri yapıyorlar. Yarın Türk solu biraz daha büyüyünce onu da yapamazlar. Biz Türkiye İşçi Partisi olarak, sonra Toplumsal Kurtuluş olarak, Kürtleri ilericiliğe doğru çekerken çok güçlüydük. Kürtler ise hiçbir zaman bugünkü kadar güçsüz olmadılar. AKP’nin elinde olan devleti paralize ettiler; felce uğrattılar. Ama Habur Zaferi, tıpkı İzmir İşgali gibi, Türkler’in onurunu kırdı. Bütün bunlar doğru. Bununla birlikte, ben hiç ciddiye almam bunları, yapılan anketlerde oy potansiyellerini sadece binde bir arttırabildikleri söyleniyor; yüzde bir bile arttıramamışlar. Bu, en talihli oldukları zamandaki durumlarıdır. Bu onlar için çok kötü bir durumdur.

Albay Dursun Çiçek’in “ilahlar kurban istiyor” denilerek verilmesi, bir bakıma hapse konulmasına razı olunması, ordu hiyerarşisi içinde kopmalara ya da sarsılmalara yol açar mı?

Bir defa resmi görün, gözlerinizi açın. İlker Paşa Hazretleri  için ne büyük talihsizlik. Cumhuriyet tarihinde ilk defa sokaklarda, Türk Ordusunun aleyhine serbestçe nümayişler yapılıyor. Kim olduğu belli olmayan Berat adlı, Star Gazetesi’nin bir yazarı, bir sahne olduğu intibasını verecek biçimde Tayyip Erdoğan’ın önünde, “Genelkurmay Başkanı’nı at” diyor. Demek ki, şu anda Türk Ordusunu taşlamak, aşağılamak üzere bir kampanya var. Bu kampanya açık bir nümayişe dönüşmüştür. Televizyonlarda, gazetelerde, sokaklarda bu var. Bu varsa, komuta kademesinin bundan zarar görmesini hiçkimse önleyemez. Bunlar Türk Ordusunun prestijini çok kötü bir biçimde tahrip eder. 1950’li yıllarda bu olmadı. Türk Ordusu bugün yalnız. Ama bunları yapanların hepsini Türk Ordusu Harp Akademilerinde hoca yapmıştır. Nedir bu? Türk Ordusunun en yüksek kademesindeki bir insan Metin Heper diyebiliyor. Metin Heper’in AKP sempatizanı olduğunu, yazdıklarının hepsinin yanlış olduğunu takdir edemeyen bir komutanlık ile karşı karşıyayız. Saçınızı, başınızı yolarsınız. Beni, Yalçın Küçük’ü üniversiteden her seferinde Türk Ordusu attı. Türk Ordusu attı Korkut Boratav’ı, Alparsla Işıklı’yı üniversiteden. Ama Türk Ordusu, bugün üniversitede olup da ona her kürsüden küfredenlerden bir tanesine dokunmadı. Bu söylediklerime oturun ağlayın. Böylesine bir ordumuz var.

 

Çok şükür, şu sıralarda halk kendi kendine güvenmeye başladı. İkincisi, Türk Ordusunun en yüksek komutanı, “ben konuşurum” diyen komutanı, “Dursun Albay’ı teslim edin” diyen zat ile makamlıklar Beşiktaş’ında konuşurken, o değerli albayın İstanbul Beşiktaş’ta saatlerce bekletilmesi; benim imzam değil, ben yapmadım demesine rağmen yargılanması; yargılanmaya hapishane bavuluyla gelmesi; “ilahlar kurban istiyorlar” demesi, Türk Ordusuna çok zarar verir. Pek çok subay buna çok üzülür. Halk da çok üzülür. Bunun bir tek faydası vardır: Halk kendisini kurtarmaya çalışır.

Bir müddet önce Odatv’ye de söylemiştim: “Türk ordusu Cumhuriyeti kurtarmayı bıraksın, kendini kurtarsın.” Öyle görünüyor ki, bu konuda da bir eğitimi, birikimi yoktur. İftar yemekleriyle, ikide bir Diyarbakır’a seyahat yapmakla bir yere gidemezsiniz. Biz bunları söyledik. Buradan bir şey çıkmaz. Ordu Tv’yi kuracaksınız. Yeniden başlayacaksınız. Kemalistlerden, sol kemalistlerden, sosyalistlerden korkmayacaksınız. Harp Akademilerini bir üniversite kurumu haline getireceksiniz. Ve bizim kitaplarımızı okuyacaksınız. Bunun dışında bir kurtuluşunuz yoktur. Bunları çok açık olarak söylüyorum. Şu anda, umutusuz olmak için ise hiçbir neden yoktur. Cumhuriyet büyük bir tehdit altındadır ama o cumhuriyetin kendini tazeleyeceğine, yeniden kurulacağına dair çok ciddi işaretler de vardır. Bugün buradayız.

Bizim geliştirdiğimiz teoremler vardır. CHP’nin prestiji düşük, güvenirliği azsa, ordu müdahale eder. Yüksek komutanlar güven vermiyorlarsa, genç subaylar yukarıya doğru çıkarlar. Bunlar teoremdir. Ama henüz bu teoremleri düşleyecek düzeyde değiliz, bunlar için vakit henüz erkendir. Ben Münih teslimatını çok üzücü, çok yanlış bulmakla birlikte, bunu vahim bir hal olarak da görmüyorum. Nihayet, bir kurban verilmiştir. Hepimiz hapis yattık, Dursun Albay da ikinci olarak hapis yatacaktır. Ama çıkar, bizleri inandırmıştır ki, o belge onun değildir. Onun olsa da, o belge hapse girmek için bir neden değildir. O belgenin içinde bir şey yoktur; belge Türkçe dahi değildir. Onu bir devlet memuru yazmaz. Dolayısıyla üzücüdür ama telafisi mümkündür.

Hocam, biraz az önce Albay Dursun Çiçek’in tekrar serbest bırakıldığı açıklandı. Bu haber röportajın daha önceki bölümlerinde formüle ettiğiniz düşüncelerinizde bir değişikliğe gitmenize yol açacak mı?

Hayır, ama gelen haber sevindiricidir. Daha önce dile getirdiğim tespitlerim ise hala geçerlidir. Çiçek’in salıverilmesi, onunla ve üzerinde imzası bulunduğu iddia edilen belgeyle ilgili düşüncelerimizin de doğru olduğunu göstermektedir. Dursun Albay’ın mahkeme heyetince oybirliğiyle salıverilmesini, Beşiktaş ve Silivri’de hukukun hala uygulanabileceğine dair bir işaret olarak da görülebilir.

Röportajı bitirirken eklemek istediğiniz son bir sözünüz var mı, Hocam?

Türk İslamı  "rahim" ve "rahman" kelimelerini çizmiş durumdadır. Bir yanıyla bir "aydın savaşı" var; Fethullah Gülen Tarikatı kendisini münevver  farz ile aydına, acımasızca ve insafsızca hücum etmektedir. Kemalist ve sol kemalist aydını kazımak  istemektedir. İslamistler, Türk Yargı Kurumu'na  ahlak ve hukuk dışı  bir taarruz  halindedirler. İslam ve  Gülen Tarikatı, Türk Ordusu'nu hile ve desise ile çökertmek emel ve amelindedir. Beydudedir. Zafer, ucu görülmüştür, kemalizm'dedir ve sol-kemalizm'dedir. Türk Ordusu, muzaffer cephede'dir.

 

Odatv.com

 

<!--[if !supportLists]-->1-           <!--[endif]-->Münih Anlaşması: Münih Antlaşması, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya arasında Çekoslovakya'nın Südet bölgesinin Almanya'ya verilmesini öngören 29 Eylül 1938 tarihli antlaşmadır. Südetler, Çekoslavakya'nın stratejik öneme sahip bir bölgesiydi. Büyük bir silah fabrikası olan Skoda bu bölgedeydi. 2.5 miyon Almanca konuşan nüfusa sahip olan bölge, Versay Antlaşmasının Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı kuralına göre, Almanya'nın kontrolü altında olmalıydı. Konferansın amacı Südet Krizi nedeniyle bir Avrupa savaşını önlemekti ve bölgenin neredeyse tamamının Almanya'ya teslim edilmesiyle sonuçlandı. Bu, Yatıştırma Politikasının en bariz örneği oldu. Çekoslavakya konferansa çağrılmadığı için anlaşma Çekler tarafından Münih Diktesi olarak adlandırılmaktadır. Hatta çoğu zaman Münih İhaneti olarak da isimlendirirler zira Çekoslavakya'nın Fransa'yla, Fransa'nın da İngiltere'yle askeri ittifakı vardı ve bunlar konferansta hiç gündeme gelmedi.

<!--[if !supportLists]-->2-           <!--[endif]-->Pirüs Zaferi: Pirus zaferi, çok büyük kayıplar sonucunda kazanılan zafer anlamına gelir. 280 ve 279 yıllarında Epirus'lu Pirus Roma'ya saldırdı ve ne pahasına olursa olsun savaşı kazanmak için herşeyi feda eder. Sonunda Pirus savaşı kazanır, ancak 8 ünite filin desteklediği ordusunun tamamını kaybeder. Savaşı kazanmıştır, ama yanında koskoca ordudan arta kalan üç-beş çapulcudan fazlası kalmamıştır. Pirus’un bu zaferin ardından “tanrım, bir daha böyle bir zafer verme” dediği söylenir. Pirus Zaferi aslında yenilmeye mahkum galibiyetleri anlatmak için kullanılır...Bu olaya atfen, benzer şekilde kazanılan savaşlara Pirus zaferi denir.

14 Kasım 2009

Bu haberle ilgili etiketler:
yalçın küçük, kürt açılımı, dursun çiçek

Facebook'da paylaş Yorum yaz
Web sitene ekle Tüm yorumları gör

Videoyu sitenize eklemek için aşağıdaki kodu kopyalayınız.

Yorumlar:
drsururi
14/11/2009 20:12
sayın hocamı yakinen tanıyorum.Topyekun değil ama bu ve bundan evvelki genelkurmay başkanları katiyetle Atatürk'ün ordusunu temsil edemezler.Cumhuriyeti korumalarından vazgeçtik,kendilerini korusunlar yeter!Gölge etmesinler yeter!Bu millet atasını,cumhuriyeti korur.Yaptıkları tüm açıklamaların gaz almaya matuf olduğunu daha evvelki yorumlarımda yazmıştım.Hüseyin Yesilyurt'un "Mason Komutanlar"kitabını okuyan var mı?NATO güya komünizm tehlikesi için kurulmuştu,çöktüğüne göre niçin bu örgütten çıkmıyoruz?Türkmeneli'nde zulüm varken niye Lübnan'da İsrail'e yakın tampon bölgedeyiz?Kore'de ne işimiz vardı?Bize neydi?Bosna2da hangi katkıyı yaptık?Jetlerimiz sadece havada kalma rekoru kırdı herhalde!Bağımsız bir ülkenin askerlerinin başına çuval geçirilmesi savaş sebebi değil mi?Muavenet gemisine füzeyi kim attı?Misliyle mukabele olmazsa olmaz değil mi?Pentagon'da parçalanmış Türkiye haritalarını çizenler kim?Dostlar,yazacak çok teoremlerim var anacak suç unsuru bulunabilir düşüncesi ile vazgeçtim.Şerefli Türk er,erbaş ve subaylarına selamlar.


artıksavmayacagım
14/11/2009 18:51
bazı noktaları iyi analamak lazım, 1-"ucu gösterielen" acılım planına göre, kürtce hutbe okutulacakmıs.biraz tarih blgisi olan herkes biirki,selcukludan beri,hatta padisah isyan eden sehzdeler bile adlarına hutbe okutur para bastırırlardı. kürtce hutbe serbest olacagına göre arkasından ,üzerinde imralı itinin resmi olan parlar mı basılacak. 2-basbugun atanacagı günler de hatırlarsanız birtakım resimler yayınlanmıstı(ne tesadüf ki bunları da bir köstebekin servis ettiigi söylenmisti.agalama duvarındaki resimler sonucu bugünkü yandas ve yalama basında ve dinibütün sübyancılar gazetesinde bir takım akortsuz sesler yükselmisti.bunun üzerine laik ve sol kesim basbugu sahiplenmisti, netekim kısa süre sonra basbugun mescid i aksa fotgrafları yayınlanmıs ve yeni genkur basbugun "israil"ci olmadıgı belgelenmis ,herkes rahatlamıstı. simdi bu yasananlara baktıgım da yasananların "2. dolma bahcede teslim olmus buyukanıt" travması yasatmamak icin tezgahlanmıs bir oyun olması fikri daha da aklıma yatıyor. 3-kurtlar vadisi son bölümde gladyocu yabancı ile isbirlikci medya patronu arasında gecen bir diyalog vardı; ırakı abd yerine isgal edecek türkiyenin basbakanının ,isgale dıs dünyanın ses cıkarmaması icin ,iceride tsk yı bile terbiye edebilen bir aslan terbiyecisi oldugunu ispat etmesi gerek diyordu.bunu icinde tsk(veli kücük/iskender büyük gibi) bir yem verilmesi gerekiyordu. silivride ki cadır sirkini ve tsk nın basında olanların bizlerce fazlaca pasif duruslarını bu sekilde yorumlayabiliriz belkii.


munirk
14/11/2009 17:29
Ben , bence konuyla ilgili, bir soru sormak istiyorum. Batı(!) dünyadaki tüm yahudilerin İsrail'e göç edip tarihin sonuna kadar orada yaşamalarını kabul(!) eder mi ?


recep aslan
14/11/2009 17:20
Bakiniz hic uzatip dallandirip,budaklandirmaya gerek yok.Turkiye,de son 3 genel kurmay baskani benim nazarimda supheli konumundalar.Suphe etmeyen hic bir Allah,in kuluda aslinda yoktur.Bakiniz suphe ettigim TSK degil sadece baskomutanlar.Bunlar sayesinde ordu kontrol altinda tutuluyor.Turkiye,nin bircok devlet kurulusunu kontrol edebilen Amerika bunu yapamazmi saniyorsunuz.Yapiyor,hemde bal gibi yapiyor.AKp zamaninda yapilanlarin bir baska parti tarafindan sadece %10,u yapilsaydi,o partinin yerinde simdi yeller esiyor olurdu.Fakat kuvvetler ayriligini bile ihlal eden AKP,ye hic birsey olmuyor.Oyleyse bu ordu Turk menfaatlerinemi hizmet ediyor,yoksa Amerikan menfaatlerinemi diye bir soruyu kendimize sormanin zamani gecti bile.


horasan
14/11/2009 17:14
Sayın Küçük'ün tespitlerin katılmamak mümkün değil. Hele Sertelleri yarı yolda bırakan ve saf değiştiren Bayar ve Menderes'in durumunu şimdilerde bir başkaları ile özdeştirmesi son derece anlamlıdır. Bu arada AKP'yi CHP'ye muhalefet ederek eleştiriyor görünen "ince" eleştirmenlerin halları nicedir. Birileri bu "ince" eleştirmenlere yeni stratejiler sunmalı. Yoksa olan değil "inceliklerine" ...


sade
14/11/2009 16:09
hoca hem kemalizm bitti diyor, hem de sol-kemalizm diyor, teorik tutarsızlıkdır bu. kısaca ordu teslim olmuştur adım atamıyor ne akp ne isterse onu yapmak zorunda kalıyor diyor, sadece ordunun çaresizliği yok, milyonlarca insan sokağa çıktı sonuçta akp daha da güçlendi. şunu anlamak gerekiyor sosyalizmden başka çare yok, akp ye karşı enerjiyi akp yi güçlendirmek için değil yıkmak için kullanmak lazım, bu da sosyalist siyasettir.


hawyarhan
14/11/2009 16:08
Yalçın küçük röportajı: Tamam hocanın soyadı küçükte:):) küçük harfle yazılması yanlış:):) hocam az konuş nolur yahu yarım saattir yazıyı okuyorum gözüm bozulacak...neyse doğru sözler güzel sözler...


penguen
14/11/2009 15:10
NİHAT GENÇ DAHA ÖNCEKİ BİR KONUŞMASINDA ORDUDAN BİR ŞEY UMMADIĞINI BİR MÜDAHALE BEKLEMEDİĞİNİ SÖYLEMİŞTİR..BU DÜŞÜNCENİN DOĞRULU YALÇIN HOCANIN BU MAKALESİYLE TEYİT EDİLMİŞTİR..TEK GERÇEK VARDIR O DA HALKTIR..HALK,DEMOKRATİK SEÇİMLE GETİRDİĞİ AKP'Yİ YİNE BU SEFER YAKASINDAN TUTARAK SANDIKTA AŞAĞI İNDİRECEKTİR..


umutbitmez
14/11/2009 14:39
Bütün bu belayı başımıza ne yazık ki CHP sardı.Ömür boyu siyaseten yasaklı,hakkında bir sürü yolsuzluk dosyaları bulunan adamı meclise sokmakla hatta uyduruk bir Siirt seçimi senaryosuyla milletvekili seçilmesine koltuk değneği olmakla,dokunulmazlık zırhı vermekle tarihi hata yapmıştır.Bütün bu olup bitenlerin en büyük sorumlusu Dolayısıyla CHP dir.Bu nedenle bu hatasını temizlemek de yine CHP ye düşer.Aksi durumda CHP, T.C var oldukça bu ayıbından kurtulamayacaktır.Bunun tek yolu da Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyet'in bekası için yine Atatürk'ün kurduğu CHP'nin bütün dünya nimetlerini,kırmızı koltukları,kırmızı plakaları,dolgun maaşları ve lojmanları elinin tersiyle iterek SİNE-İ MİLLET e dönmesidir.Tıpkı Son dönemdeki satılmış Osmanlı yöneticilerine karşı Atatürk ve arkadaşları'nın yaptığı gibi..İşte o zaman acil bir seçim mukadder olacaktır.RTE'nin hiç bir demagojisi bile acil bir seçimi önlemeye yetmeyecektir.İşte o zaman bu konjonktürde bu millet bu hükümeti oylarıyla yaka-paça aşağı indirecektir.Asıl kendini kurban etmesi gereken CHP'dir.Bunu bekliyoruz.Korkmasın biz ona bugünkünden daha fazla güç yükleriz.


balımen
14/11/2009 14:14
soyadı küçük ama beyni büyük insan sayı küçük hazretleri ordumuzun reorganize olup kendini acilen yeniden yapılandırması gerekmektedir. Ordumuz bu hali ile Kemalist değildir ve Mustafa Kemal'in ordusu değildir. Acıdır ve gerçektir ki TSK geleceği iyi okuyamamış ve irtica tehdinin yılanın başı küçükken tasviye edememiş ya da bilerek etmemiştir. 2. seçenek doğru ise TSK artık cumhuriyet'in bekçiliğini bırakın bostan bekçiliği bile yapamaz.


H.Sertel
14/11/2009 13:12
MÜNİH Ödünü üzerine:Sayın Yalçın Küçük'ün de sık sık vurguladığı gibi,TSK yönetimi NATO ve Brüksel paşalarının elindedir 1950'li yıllardan beri. Böyle bir yapılanmadan da ÖDÜN vermesinden başkaca birşey beklemek iyimserliğin zorlanması olur ki,gerçekçi değildir.Mustafa Kemal Atatürk'ün, bunlar için söylediği şu sözler herşeyi açıklamaktadır bence:"İdare-i Maslahatçılar,Esaslı Devrim yapamaz." Brüksel Paşalarından biri olan İlker Paşa da,Kurmay Albay Çiçek'i ilahlara kurban vererek,İdare-i Maslahatçılığını pekiştirmiştir.


H.Sertel
14/11/2009 13:05
İzmir'in İşgali ve PKK'nın Habur Zaferi üzerine:İzmir'i işgal eden Yunanlılar,Mustafa Kemal Atatürk'ün"Ordular ilk hedefiniz, Akdeniz'dir" emri üzerine harekete geçen Ordu ve Kuvvay-ı Milliye Birliklerince,yandaşları çeteci Rumlar,İngilizler ve diğerlerince DENİZE dökülmüşlerdir. Habur'da zafer çığlıkları atan PKK'lıların sonu da,yandaşları DTP ve AKP'lilerle birlikte aynı olacaktır.Denize değil de,Türk halkınca tarihin çöplüğüne atılacaklardır.


tecessus
14/11/2009 12:48
Yalçın hoca, her zaman başbakanın üniversite mezunu olmadığını söylüyor. Bu yüzden cumhurbaşkanı olamadığını ve olamayacağını iddia ediyor. Peki, başbakan askerliğini asteğmen olarak yapmış. Madem üniversite mezunu değil nasıl asteğmen oldu? Üniversite mezunu olmayanlar asteğmen olabiliyor mu? Asıl soru TSK mı bir yanlış yaptı yoksa Hoca mı desteksiz sallıyor?


Albatross
14/11/2009 12:48
demarkaj'a katılıyorum, gözlemi çok önemli. Yalçın Küçük'e her noktada katılmasam da (ben çözümü ne yazık ki kendisi kadar olası görmüyorum CIA maşası FG'nin Ampul partisiyle birlikte son sürat Laik Cumhuriyet'e saldırıya devam etmekte olduğu bağımsız medya'nın kalmadığı, halkın korkutulduğu bir ortamda çözümü göremiyorum), önemli tespitlerde bulunuyor. Yalçın Küçük'ün tespitleri toplumun her kesiminde (TSK dahil) takip edilmektedir, ufuk açmaya (doğru ya da eksik) devam etmektedir.


kamil
14/11/2009 12:11
Yalçın Küçük bu analiziyle hâlâ 60'ların, erken 70'lerin "zinde kuvvetler" analizinde kalmış görünüyor. Yani hâlâ Mülkiye'de... Yalçın Küçük'te sokak yok. Tayyip Erdoğan'ın ta baştan kimlerin himayesinde olduğu malum. Dincilerin ve onun yolunu kimlerin açtığını da biliyoruz. Ama sokaktan geçerek oraya geldi. Sokağın umudu oldu. O sokak onu bir iki yıl içinde geri çekecek. Hayat sokaklarda cereyan ediyor. "Orducu sosyalistlik" yanlış. Her defasında sosylistlerin ezilmesi neticesini vermiştir. Tarihi bir kez daha neden tekerrür ettirelim? Halka inanmak lazım. Halka inanmak halk dalkavukluğu değil. Ama "göbeğini kaşıyan adam" anlayışı da bu dalkavukluk kadar yanlış! Halka inanmak demek, halkı duymak, halk arasında çalışmak, anti-kapitalist, anti-emperyalist ama aynı zamanda enternasyonalist politikalar izlemek demektir. O halk kendi ordusunu kurar. Ordu'dan halka gelinmez, halktan orduya gitmek lazım. Türkiye'nin sorunları Tanzimatçı bürokratik reformlarla çözülmez; halkın devrimci kalkışmasıyla çözülür. Yalçın Küçük tarihi tekerrür ettirmek istiyor. Ancak, bu mantık tekerrürün tekerrürünü içerir. Mesele şu: bugün ve dün birbirlerinin alternatifi değiller. Bize yeni olan lazım. Ben sosyalizmi böyle görüyorum. TSK sanki daha 20 yıl, 30 yıl önce doğru yerde duruyordu da, bugün konumununda kayma oldu... TSK, amiyane bir tabirle, ben kendimi bildim bileli, Sol'un karşısındadır. Onu ezme misyonu yüklenmiştir. Sol, onun için başlıca "iç düşmandır". İnanız bana bugün de durum hiç farklı değil. Bunları unutmayalım. Yalçın Hoca'nın hayatı da bunu doğrulamıyor mu? Öyleyse, Hoca'nın analizlerinin öncelikle mazoşizmden mağdur olduğunu söyleyebiliriz. Yalçın Küçük'ten D.Avcıoğlu'nu aşması beklenir. Yalçın Küçük, bugün Demirel, Cindoruk ve Mesut Yılmaz'ın partisinden, MHP'den medet umar hale gelmiştir. Çok yazık! Onu sokaktan uzaklaşmak bu hale getirmiştir. Kitaplarında da, sokağı anlayamadığı için Tanzimat'ı göklere çıkarmış, Abdülhamid'e övgüler düzmüştür. Atatürk'ü de tam olarak anlayabildiğini söyleyemem. Onu K.Karabekir, R.Bele, Ali Fuat Paşa gibi Kurtuluş Savaşımızda çok önemli roller oynamış kahramanlarla aynı panteona yerleştirmek istemesinden bu sonucu çıkarmak mümkün değil mi? Bizim Cumhuriyet hareketimiz, sadece bir kurtuluş hareketi değildi. Öbürlerinin kahramanlığı buraya kadar. İtiraz yok. Onlara şükran duyuyoruz. Ama Atatürk 1919'da değil, 1923'te doğmuştur. Öbürlerinden farkı burada. Yollar da burada ayrılmıştı zaten. Hocam, bürokrasiyle sosyalizm gelmez; sokaktan gelir. Sokak başı bozukluk değildir elbette. Öncüsüyle yönlendirilir. Bürokratikleşme varolan sosyalizmleri paralize etmemiş midir? Hocamıza "yüksek komutanlık"ın emri altında olmak değil, halkın önünde olmak yakışır. Yüce Gök'ten kendisine uzun ömürler diliyorum.


İlgili haberler:

BAŞBAKAN BU VİDEOYU İZLESİN
Muhalefetin böylesi görülmedi
ALBAY DURSUN ÇİÇEK’TEN MEKTUP GELDİ
Başbakan’a ağır itham var
‘YENİ BİR DERİN DEVLET KURULACAK BİZİMKİLER İÇERİ ALINACAK’
‘Bizimkilerin kadın açlığı birilerini umutlandırıyor’
FEHMİ KORU ATATÜRK İÇİN HANGİ SIFATI KULLANIYOR
İşte o ayrıntı
TÜRK MEDYASI BU GİZLİ SAVAŞI NEDEN GÖRMEZDEN GELİYOR?
Sait Çakır yazdı